28 Ekim 2012 Pazar

miş'ten/monolog-4


gölgesin.
ve sevgilim, çocuklar bile bilir, gölgeler asla tutulamaz…

o kadar çok gün var ki alışkanlıklarımdan vazgeçişimin miladı olması gereken. kendime verdiğim sözler. insan kendisine bile sadık olamaz iken nasıl bir başkasına sadık olabilir. "unutacağım" dedikten sonra, ve bu bir gereklilikse hatta, nasıl hala peşinden koşar onun anlamıyorum. işte o yüzden ben de sayısız kez senin lisanını duymak için yanına geliyorum. kendime sadık olmayışımı senin dudaklarındaki gülücükle kutluyorum aslında. çoğu bize aptal diyor. haklılar belki. kendimize saygımız yok. onlara neden olsun?


****


"ve sevgilim, şimdi seninle biz, ufukta beliren küçük bir ev gibiyiz. kimsesiz, bakımsız. içinde nefes olmayan, her tarafı tozlarla kaplı. televizyonun üzerindeki danteli musallat olan bir fare yemiş. ama evin kapısı sağlam. ne dışarı çıkabiliyoruz, ne de içeri birisini alabiliyoruz. 

çaresiz miyiz? yok canım. çaresizliği sevmeyiz biz. her gün, her dakika pençesine düşsek de, mecbur kalsak da sevmeyiz. çünkü bizler iyi oyuncuyuz. birden çok, sırf kaybetmemek için birbirimizi feda edebilecek kadar iyi oyuncuyuz. hani hep söyleriz, "tek çare terk etmek" diye. zaten biz terk ederek birbirimizi öldürürüz. fark etmeyiz. yine kimsesiz evimizde yaşar gideriz."


****


vakti zamanında annem "özlemek de insanlık halidir. abartmamak gerekir." demişti bana. hep bu sözünü tutmaya çalıştım. çünkü biz, mütemadiyen özlem duyanlardandık. attığımız her adım, gördüğümüz her tabela bize bir şey hatırlatırdı. bir yerlerden kulağımıza çalınan bir şarkı, bize hep onu hatırlatırdı. 

bir gün, tıpkı işlek bir ana caddenin ortasında nefesini tutmaya çalışan bir adam gibi, ben de özlemeyi bıraktım. kaydı, düştü ellerimden. iyice kulak kabarttım ama bir ses de gelmedi. allah allah. halbuki o kadar canlı, o kadar tehlikeliydi ki!
nefesimi uzun süre tutmayı denemedim hiç. ama eminim ki o çok daha eğlencelidir. zaten genel olarak sıkılırdık, bu bizi hareketsiz hale getirdi. 


****


sonradan anladım. bizi, yani beni ve diğerini, biz yapan şey bu bırakmaya çalıştığımız şeylerdi. özlemekti işte. hani o hep bilinen, her ailede olan eski zaman aşkları gibi. bilmem kaç yaşındaki bir amcanın karısını nasıl kaçırdığını anlatması gibi işte. öyle yalın. öyle istenilen. öyle kaybedilen.

öyle.


****


özlemek diyordum ben de işte tam. özlemek, bir insana yakışan yegane şey. fakat asıl özlemek, kabul ediliş ile başlıyor, pençesinden kaçışı olmayışın. bir sigara yakıyorum. "özledim!" diyorum yükses sesle, kimseden çekinmeden, hatta ve hatta biraz da duyulmayı isteyerek. özlüyorum çünkü gözlerimin gözlerine değmesini seviyorum. bir nefes daha alıyorum sigaradan. sonra...

işte sonra ne oluyor bilmiyorum. sonraları hatırlayacak kadar iyi bir hafızam olmadı hiç. "sonra parmaklarımı parmaklarına kenetledim." diyebilecek kadar hayal gücüm de olmadı -zaten bu cümle ancak ve ancak hayal ürünü olabilirdi-. aşkı ünleyecek bir zaman dilimi içerisinde her şey olup bitti ve ben yine yalnız kaldım, aşık bir biçimde.  


****


"ve sevgilim, şimdi gerçekten de oyunun sonuna geldik. vuslat mı dersin sıradaki? yoksa yine gitmek mi? oyun bitti sevgilim. ne benim  elimde, ne de senin elinde bir kart kaldı yine, birbirimizden başka. 

oyun bitti sevgilim.
ışıklarımızı söndürdüler."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder