Ne kadar çok adaletsizlik var değil mi? hiç
düşündün mü? Ben çok düşündüm. O kadar çok düşündüm ki artık beyin hücrelerim
isyan etti. Bazen kendi problemlerini çözmek için en iyi yol başkalarının
problemlerini çözmeye yardım etmektir. Sen de, ben de, bir bakıma kendimizi
düşünüyoruz her şeyden çok. Çünkü korkuyoruz. Sen korkmuyor musun? Peki. Ben
itiraf ediyorum.
iliklerime dek korkuyorum. O kadar çok
korkuyorum ki, bir başka tene değen tenim ürküyor artık. Bir zamanlar
cıvıldarcasına yerinde duramayan lisanım bile elini ayağını çekti bu sefil
bedenden. Sen hala inkar etmeye devam et. Göz çukurların derinleştiğinde,
karşında bir çift göz değil de herhangi bir değeri olmayan iki koyu renk
görmeye başladığında ve o güzelim saçlarına kıydığında, bil ki sen de korkuyorsun.
Üzülmekten korkuyorsun. Yıprandığından,
yorulduğundan ötürü, korkuyorsun. Bir daha aynı tadı alamamaktan korkuyorsun.
En sevdiği şekerlemenin tadı ağzından gitmesin diye bir şey yemeyen çocuğun
ürkekliği. Her yeni denemende tekrardan dizlerinin kanayacağından korkuyorsun.
Yanlış mı yapıyorsun? Zannetmem. Şu ana
kadar ne yaşadıklarını sorgulayabilirim, ne de senin yaşadıklarını tahayyül
edebilirim. Zira ne ben sen olabilirim, ne de sen ben. Yine de, bu konu
üzerinde söz sahibi hakkı olan birisi varsa, o benim. Ne geceleri rüyana giren
o esmer gözlerin, ne de gündüz düşlerinin bekçisi kumral saçların.
Her denemende zihnindeki su birikintisi
dalgalanıyor. Her denemende ya tükenirsem diye korkuyorsun. Kuruyup
gideceğinden değil, taşıp kaybedeceğinden. Ne farkı var değil mi. halbuki çok
farkı var. bir insanın yavaşça eriyip gitmesi midir daha acısızı, yoksa tek bir
hamlede gelen uyku mu? Ikisi de değil. Aslolan bu değil. Aslolan yaşamın ta
kendisi. Aslolan sesindeki kahkaha, gözlerindeki fer, tenindeki sıcaklık.
Peki nasıl? Gerçekten de nasıl? Yanlış
soruları sormanın fayda getirmediğini hala göremedin mi? tıpkı babasının
sorduğu küçük keyifli sorularda kopya çeken çocuklar gibi. Doğru sorunun bu
olmadığını ikimiz de bilmiyor muyuz?
Sen. Ben. O kara gözlü dilber. O iyi
yürekli adam. Asıl soru da bu değil mi?
Neden?
Sürekli dokunduğun tenine bir daha maruz
kalmayacağını anladığında sormaya başlıyorsun. Dokunmaya kıyamadığın
dudaklarına bir başkasının dudaklarının geleceğini öğrendiğinde. Ya da içine
çekmekten bıkmayacağın kokusunun bir başkasının kokusuna karışacağını
düşündükçe. Sana da olmuyor mu? Sürekli bir fısıltı. Her an kulağının dibinde. Sürekli
soruyor.
Neden? Neden? Neden?
Oturduğunuz kafelere gitmek istemiyorsun. Bir
kelime, bir bakış, belki bir tavır. Sonradan anlıyorsun ya kıymetini. Hani hep
öyle derdi ya annen. Annen haklıymış. Sonra soruyorsun kendine tekrar. Neden ben
olmayacağım? Neden böyle olduk? Neden lisanımı anlamadı? Sorduğun soruları,
aldığın cevaplar. Hepsi aynı oluyor bir süre sonra. Inanmak istemediğin için
soruyorsun. Onunla doldurduğun boşluğunu sorularla doldurmaya çalışıyorsun. Olmuyor.
Eriyor. Peşine düşüyor. Kovalıyor. Yastığa koyduğun başında hissediyorsun. Iki dudağının
arasından çıkan isminde. Saçlarını ellerinin arasına alıyorsun. Gözünün önüne
delirmiş halin geliyor. Işte bu yüzden saçlarını kesiyorsun. Rüyalarına giriyor.
Rüyalarından hiç çıkmıyor. Hep aynı rüyayı, hep aynı ağacın altını görüyorsun. Ve
rüya hep aynı sonla bitiyor.
Neden? Neden? Neden?
Ne oluyor biliyor musun. Bazen çok ağır
geliyor. Zihninin derinliklerine sakladığın bir parçan, aslında atlattığını
söylüyor. Sanki eline batan kıymığı hemen çıkarmışsın gibi. Mutlu olduğunu
hissediyorsun. Mutlu olduğunu hissetmek istiyorsun. Ama sen unutuyorsun iki
gözüm. Parmakların hala acıyor.
Elinde artık bırakmış olduğun sigara var.
önündeki duvara bakıyorsun. Sadece bakıyorsun ama. Hiçbir şey görmüyorsun. Çok özlüyorsun.
Göğüs kafesinde bir ağrı giriyor. Çok sigara içiyorsun. Her seferinde
gözlerinin önüne geliyor yapamadıkların. Hala tek bir soru. Değişmiyor ki hiç. O
soru hala orada kalıyor. Sen aştığını düşünüyorsun. Ama öyle değil. Soru değişmiyor.
Sen değişiyorsun.
Neden? Neden? Neden?
Işte o zaman anlıyorsun. Değişmen gerektiğini.
Değişmişsin gibi davranmanın ihtiyacını. Zira hayatta kendinden daha fazla
değer verdiğin şeylerin olduğunu görüyorsun. Hatta artık kendinin de
değersizleştiğini anlıyorsun.
Kabul ediyorsun.
Sen. Kadere hiçbir zaman o kadar değer
vermeyen sen, bir anda kaderci oluyorsun. En sıkıcı yanı da ne biliyor musun? Beklemek.
Düzeleceğini, yoluna gireceğini beklemek.
Zihninin durgun sularını yitirdiğinde bana
gel. Sadece, bana.