29 Temmuz 2011 Cuma


en az orijinali kadar iyi bi yorum..  hem 'she'ler 'he' olunca daha anlamlı.


en zorunu sen seç

bi şehirde nefes almayı zorlaştıran anılar var.


ağaç altları, dükkan saçakları, apartman boşlukları, ahşap belediye bankları, yol kenarı menekşeleri var.mavimor olanları.


bakınca, bi ayrılığın en yıpratıcı yanı; günün birinde yolun ortasında, market reyonunda, bi alışveriş merkezinin yürüyen merdiveninde karşına çıktığında ne yapman gerektiğini bilememektir.


belki de bulduğun her bir saç telinin, gördüğün her gözün, duyumsadığın her kokunun onu anımsatmasıdır.


en yıpratıcı yanı, ortak arkadaşlarla görüşmek zorunda olmaktır.


en sevdiğin renkten sırf ona yakıştığından-yahut yakışmadığından şikayet ettiği için zamanında- o sevdiği için yahut nefret ettiği için uzaklaşmaktır.


ve bazen en sevdiğin çiçeğe, sırf birlikte gidilen bi piknikte onun kulağının arkasına taktığın için-biraz da saçlarını anımsattığından belki- bakamamaktır.


en yıpratıcı yanı; devamlı otobüse bindiğin durağın önünden bile geçememektir. sırf, yalnızlığına eşlik edenin durağın yanındaki sarı çöp konteynırı olmasını istemediğinden.


içine girilen her sinema salonunun, izlenilen her filmin-en vurdulu kırdılısı kanlısı olsa bile- onu anımsatmasıdır.


metroda tutunduğu o tuşlu tuhaf direğin üstünde- ki bir günde onlarca, bir haftada yüzlerce ve olmadığı her ay için milyonlarca defa yeni eller geçmesine rağmen- hala onun izini aramaktır belki de.


ya da aslında en zoru tüm bunları düşünüdüğünü uzun zaman sonra farkedip acizliğini kabul etmektir.

kim bilir..

25 Temmuz 2011 Pazartesi

düşüncelerinin içinde boğulmadan boğulmalıydı bardağının içinde.
şimdi gördüğünü unutabilmek için daha çok içiyor, içtikçe daha çok hatırlıyordu.
zaten hep ters işlerdi.
aylar sonra çok tesadüfi görünen, geçmişten gelen-hoş, belki de hiç gitmemiş olan- bir çift yeşil..
lanetini boğazına itmek için gerisin geri, belki bi nebze de yutmak için- çünkü bilirdi, kime değse dili, tutardı; halbuki ona kıyamazdı- bi yudum daha aldı altınbaştan.
radyoda boğuk bi klarnet sesi, kısık bi melodi: 'seni görmeseydim yoklar mıydı bilmem bu hasret ağrısı..'


70liğe sığdırdığı özlemini tek dikişte içti.
çünkü biliyordu; kurtulamayacak olsa da şu an kaçmak tek yoldu.
çünkü biliyordu; özlemek en büyük suçuydu..


şerefe!

24 Temmuz 2011 Pazar

halka misali dönüp duran kısır döngünün kapısından attı adımını.
bulunduğu durumdan dolayı etrafındakileri suçluyor/ onları suçladığı için kendini suçluyor/ kendini suçlamasına sebep oldukları için yine onları suçluyordu. yorulunca dinlenmiyor, dinlenmediği için daha çok yoruluyordu.


yumuşak bir gitar melodisinde bira, içi geçeli yüzyıllar olmuş bi piyanonun sıfatına yaraşır notalarında bir bardak sıcak şarap, Baktagir'in kanununda rakı vardı, gözlerinde suyun en duru hali.
oysa onda sonbahardı.
şimdilik diğerlerini beklemek vardı, halkanın merkezinde vazgeçmek.
tüm vazgeçişlerden yılmışken sonuncusuydu aslolan.
ya da belki aslolan bir şizofrenin kurguladığı yaşamlardan en mutlu olunanı çalmaktı.
tamamlanmak için eksilttiği hiçbir hayal yetmedi.
oysa Onu içine koyduğu her dünya güzeldi- öyle olmalıydı-. hatta belki şu halkanın merkezinde oturuyor olsa, burası çok daha katlanılabilir olabilirdi.


silmeye çalışmalarına izin vermesi haytaydı. şu durumda vücudunda barınabilen tek 'yabancı madde' O olmalıydı.


-Derin nefes al..


hayır. aslında çoğu zaman tümörden farkı olmayan bu saplantının ötelenmesi en doğrusuydu, haklılardı.


-Siktir ordan!


aslında neden(ler) ortadaydı. yetmişlerden kalma tahta bi sehpanın 4 ayağının tekini kemirenle aynı olmasa da içini kemiren, orada-ortada-doğru bişeyler olmalıydı.
ve aslında aklında onu getirmediği için pişman olmasıydı belki de gerçek.
eksilen her hayalle kaybolan bir hayal.
hayaliçindehayal.


-İpleri yeniden bağlayın!


aslında razıydı beklemeye ya da vazgeçmeye
tüm vazgeçişlerden yılmışken
iplerinden kurtulmuşken..


-Durdurun, kaçmasın!


bulabilmek için koşmalıydı- tüm renklerini, tüm mevsimlerini, tüm seslerini peşinde sürükleyerek-
merkeze.


3


2


1


...