14 Ocak 2012 Cumartesi

dans ederdim saçlarınla, bir sevgili gibi, sen beni sevmiyorken.

ağlardım deli gibi, ki ramak kalmışken çıldırmaya, senin benim için gözyaşı dökmediğini bile bile. çok sonraları, gözlerimin önünde erimesine izin verirken koskoca bir dünyanın, elimi eteğimi çektim hayatından, hayatlardan. yenilme psikolojisiydi benimkisi. pes etmek ya da çekip gitmek kadar kolay değildi düğüm. her ismini ünlediğimde başka kelime söyleyememek kadar zor, nefessiz kalmama rağmen tekrar koşmaya çalşmam kaar imkansızdı aslında unutmak.

aklıma düşmeyen sıradan bir ağrıymış gibi kabullenmeye başladıktan sonra başladı bu kasvet. nasıl geldi oturma odama, nasıl benimle bu kadar uzun konuştu, nasıl onur konuğum oldu hiçbir fikrim yok. kaybetmenin verdiği acı yok oldu, sen, ben, o imkansız aşk dahi yok oldu. hitabetlerimin sahibi, vücut ısım, gözyaşım, hatta ve hatta gülüşüm oldu. fark etmeden hayatım oldu o kasvet.

ve yine, fark etmeden, gömüldüğüm kasvetin içinde gözlerim kör oldu. bir amânın el yordamıyla yönünü bulması gibi ben de seni aradım hep. her defasında parmak uçlarım parmak uçlarını aradı. arayışlarımın korkusuydun sen. soğuk duvarlara değen tenim, yine pul pul döküldü. çok sonraları anladım bir şizofren gibi seni karanlıklarımda bıraktığımı. sürekli kürk giyen o arjantinli gibi, ben de kendi rüyamdaydım.

anladığımda bir hayatı yok ettiğimi, ki bu onun yok oluşuna izin vermemle aynı şeydi, uzun süre sonra izin verdim yüreğimin beni ele geçirmesine.

o kadın haklıydı. kelimelerimin tonlamasını yitirmesi, gözlerinin feriyle buluşma korkum ondandı. onun haklılığıydı sihrimin yitmesi. onun sözleriydi biten sigaram ve sessizliğiydi benim budanan dallarım.

sahipsiz bir kedi gibi terkedişim/terkedilişim, tahmin ettiğinden de önceydi. zaten kediler, yaşlandıklarından ölürlerdi.

hatırlıyorum, henüz yaşanmadan önce ben de aramıştım her bakışta izimi. hediye ettikten sonra çekip gidişi bile önemsizi aslında. özlemek bir heyecan, çağrışan her kelime baş tacıydı. mevsim değiştikten sonra bile içimi ısıtan tek şey bir nağmesiydi sesinin. hayatının değersiz figüranlarından olmak, ama bundan zevk almaktı onunla birlikte olmak. bazen hala mümkün müdür tekrar sevmek diye tereddüt etmekti onunla solumak. tehlikeliydi, yakıcıydı, can acıtıcıydı ama sonuna kadar cezbediciydi. en mavi zamandı o ve ben daha ayılamamıştım bile.

yanlış okunmuş bir şiir gibi şimdi düşlerim. olması gerekenden uzak, benden uzak, senden uzak. ağıt yapmak bile içimden gelmiyorken, şimdi yağmurdan zevk alan bir mazoşist gibi ruhum. kurtuluşu olmayan bir hastalık artık melankolim, dairemin dışında ne bekleyen, ne de gözyaşı döken.

beni bekleyen karanlık gecelerden kurtulmak mümkün değilken, tutunacağım tek dal, bana cesaret verecek tek şey yaşamın kendisi olması gerekirken, başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. geriye kalan ne ben, ne de sen; yalnızca özgürlük.

hiçbir şey değişmedi, evreni ikna edemedim seninle olmaya.

sonunda sen bana dönüştün, ben de sana.

8 Ocak 2012 Pazar





şimdi size çok tanıdık bi acıdan bahsedeceğim
üzerinden milyonlarca yıl geçmesine rağmen eskimemiş
habil ile kabilin arasına kan sokan o duygu.


milyar insan var yeryüzünde
ve düşününce milyar farklı kombinasyon
milyar farklı yaşanmışlık;


kimimiz çarpışınca kitapların düşmesiyle karşılaşmışızdır onunla
kimimiz otobüsün birinde yahut cafede oturduğu masada görüp düşmüşüzdür peşine
bazılarımız, aslında hiç niyeti olmamakla beraber aniden verdiği bi kararla katıldığı arkadaşının doğumgünü partisinde tanışmıştır
belki yıllarca komşu olmuşuzdur, aynı mahallede aynı havayı solumuşuzdur
belki aynı ilkokul sırasında bi silgiye uzanırken birbirine değen çocukluğumuz bağlamıştır bizi
ya da belki bi üniversite festivalinde yan yana getirmiştir aynı şarkı bizi..


şekli ne olursa olsun, hangi kalıpta kıyafette çıkarsa çıksın karşımıza, hissettirdiği şey hep aynı;
o cafeye karşılaşabilelim diye oturmuşuzdur bi şekilde
o otobüse o yüzden binmişizdir
o yolu çarpışabilelim diye adımlamışızdır
isteksiz gittiğimiz partinin sebebi de odur aslında-arkadaşın doğması falan değil yani-
sadece hayatlarımız kesişebilsin diye o mahalledeki bi eve üflenmiştir ruhumuz
orada doğuşumuzun, o okulda okuyuşumuzun sebebidir.


midenizde oluşan kıpırdanmayı hissedebiliyorum-ki kendisi kelebekler uçuşuyor diye tasvir edilir-


sonra sıra birlikte gidilen sinemalara, konserlere gelir.
sırf alelade bi cafede içilip de kapatılan falları doğrulamak için evde has demlenmiş çaya geçilir.
yolda yürürken aniden içine dalınan bi bahçeden koparılan çiçekler, doğumgünlerinde ve fırsat bulunan her ay dönümünde alınmış ufak tefek hediyeler, yollanan mesajlar, kapının önüne bırakıp kaçmak suretiyle verilen notlar saklanır.
çokça gülüşler biriktirilir, çokça öpüşler, kokular ve birlikte uyunan uykular..


kalbinizin tatlı sert ritminin içindeki rutin huzuru hissedebiliyorum-sanırım buna güven ve bağlılık deniyor-


peki ya sonra?
insanoğlunun hafızası bikaç ay konuşmadığı için unuttuğu bi yabancı dile yaptığı muameleyi yapar çoğu zaman, hemen hemen her şeye.
komik, ironik ama gerçek.


sonra..
bazen, tonu her an daha da yükselen seslerle yapılan konuşmalar gelip misafiriniz olur
bazen başka bedenlerde aranan heyecanın hesabı dökülür ortaya
bazen sıkılmaktan morarmış kollarla uyanırsınız hiç başlamak istemediğiniz bigüne, 'cehennem olsan bu kadar yakamazdın canımı' diyerek
bazen neden çaldığını bilseydiniz hiç açmayacağınız bi telefon gelir her gidildiğinde daha da hasta ayrılınan, kokusunu hiçbir zaman sevemediğiniz, koridorları beyaz havası siyah bi binadan.


ya da bazen hiçbir sebep yoktur
'birbirimizi suçlayamayız. ve kaderi de'
aslında suçlamak için sebep de yoktur.
sadece olmaz bazen; şartlar denk düşmez belki, bazen geçmiş izin vermez, bazen beyni kemiren bi hastalık olup çıkar karşınıza..
sadece olmaz bazen
olmaz işte..


kafanızın içinde birbirine çarpmamak için çabalayan düşünceleriniz  yüzünden olan ağrılarınızı, gözünüzden akan hayalkırıklıklarınızı, elinizden kayıp giden geleceğinizin kaygısını, söyleyemediğiniz her sözün boğazınızda yarattığı düğümü ve söylediklerinizin dilinizde yarattığı kağıt kesiğini, vücudunuzun her zerresine ayrı ayrı batırıldığını düşündüğünüz iğnelerin verdiği acıyı, kalbinizdeki sızıyı ve bir daha onulmayacağı düşüncesine kapılmanızı sağlayan çok derinlerde açılan o cerehatli yarayı hissedebiliyorum.


bunun adı ayrılık..
şekli ne olursa olsun, hissettirdiği şey hep aynı.


*


aslına bakarsak; insanoğlu kılıktan kılığa giren azrailini kendisi yaratıp adını aşk koyuyor..