29 Kasım 2011 Salı

eskiden aynaya baktığımda sol yanımdan uzanan başın, bi ortaçağ celladının baltasına kurban gitmiş şimdilerde.
kanlı bi katlin tadını daha iyi alabilmek için, her seferinde daha dolu alıyorum adını ağzıma 
-100yıllık bi şarabı dilimde dolandırır gibi-


**


aslında adın, defalarca kullanılmaktan epriyip körleşmiş bi jilet
farkında olmadan kanıyorum.
oluk oluk kanıyorum tüm yalanların(l)a.
içimdekini meşrulaştırmak için karıncalara bıraktım yol bulma işini-her biri biraz gregor samsa(*)-
toprağın altında olmadan, altında olmak hissinin tasviri olmasa da lûgatta..
karıncalara sorarsanız, öğretirler.
neticede öğrenmemek ayıp yeryüzündeki tüm öğretilerden.


**


ah diyorum.
koca bi karanlıktan sesleniyorum
'ah, tek bi güneş uğruna yaktığım tüm yıldızlar
ah, incecik bi huzme için feda ettiğim tüm kusal karanlıklar!'
celladın baltasında sallanan tüm kafalar..
sus diyorlar bana
ve şimdilerde en mükellef sofralarda arasıcak olarak sunulmakta tüm anılarım


**


attığım adım kadar aydınlığım, fazlası değil.
ışığım tükenirken, kafesinden kurtulan bi kuş gibi kurtuluyor tüm pişmanlıklar ağzımdan.
'ah, diyorum. ah, tek bi güneş uğruna yaktığım tüm yıldızlar'
hepinizden oldum.


**


henüz nefes alabiliyorken sorsalardı bana insan dışında hangi hayvan olmak isterdiniz diye;
Anka derdim.
olamadım.
tüm ölüşlerim bundan.


*


vasiyetimdir; bizi ortaçağa gömsünler!




(*)franz kafka - dönüşüm





27 Kasım 2011 Pazar











biz boşluktakiler, bu duruma mahkumuz hep.
çünkü ne zaman bi kazık, bi darbe yesek en sadık dosta sarılır gibi ona sarılmayı çare biliyoruz.
ama işin tuhaf yanı, çok muhabbet tez ayrılık getirir hesabı, bundan da sıkılıyoruz.
her seferinde bi büyüğünü giyiyoruz üzerimize; maksat, bir dahaki kazığa da kullanabilelim.
aslında tek yapılması gereken, boşluk henüz küçükken fî tarihinde parçalanarak etrafa saçılmış huzurun tek bi taneciğini yakalamak.
-bazen, kısa bi an, o gücü bulabileceğimize inanıyorum-


**


biraz daha sabır gerek bize.


bize, çok eski masallara inanabilecek bi kafa gerek.
aklı alıp gitmek gerek belki de.


'uzak bi ülkenin çocuklarına yasak ninniler söylemek..
tanrı gelmezse eğer yine, onun sürgün edildiği yerlere gitmek..'(*)






(*) pek kıymetli kafası olan K.A.'dan (ç)alıntıdır.






23 Kasım 2011 Çarşamba

uyanmak hiç olmadı aslında. geç farkettim her şeyin bir rüya olmadığını. hücrelerime sızan seni hiçbir zaman çıkaramayacağımı biliyordum ama. bazı şeyler hiç değişmez. yıllansa da, güzelleşen şeylerden bu da. bir şarap tadında, damağında bıraktığı tadı sevmeyerek ama yine ona katlanarak boğazından geçmesine izin vererek, ve hatta bunu giderek daha çok sevmek.


günler geceler boyunca seni düşünürken, içtiğim her sigarada ve attığım her adımda yanımda olan yalnızlığın bilmediğim biri tarafından ceketimin iç cebine iğneyle iliştirilmiş olduğunu farkettim sonra. eğreti durmuyordu artık, benim bir parçam gibi. çkarıp atabileceğim, fakat buna hiçbir zaman cesaret edemediğim. korkum canımın yanacağından değil, seni de o iğneyle söküp atacağımı düşündüğümden. o kadar çok özdeşleşmiştin, o kadar çok yalnızlığım olmuştun ki, ne seni, ne de onu kaybetmek istemiyordum.


bağışlamanın insanı rahatlatacağını düşünürdüm hep. geçmişte kalanları gömmeye çalıştıkça daha da yeryüzüne çıkardım onları. ne sen bildin bunu, ne de başkası. hepsi birer kelime olup hafızama düştüler, öylece. günler geçtikçe kelimelerim de değişti, hepsi sana dönüştü. tenime dokunmayan teninin hayali bile kayboldu arasında. eksik cümlelerim sende olduğuna inanıp önünde diz çöküp yalvardım, yalvardım, yalvardım.. ellerinde taşıdığının ruhum olduğunu görünce sustum.


korktum.


yok olmaktan, dahası yok olmandan korktum. bir vuslata olan inancımı çoktan yitirdiğimden, tıpkı bir şizofrenin bileklerini kesmesi gibi ben de kendimi senden kestim. hesaba katmadığım tek şey seni de inciteceğimdi. yine de hep bilirdim. bildiğimi bildiğini.


belki de hiç olmamalıydım. mahrum kalmalıydım bir çift siyah gözden. mahrum kalmalıydım gece karası saçlardan, hiç bilmemeliydim ve hiç farkında olmamalıydım. gülümsemen başımı bu kadar döndürmemeli, hatta yol yakınken geri dönmeliydim. bu kadar çok istememeli, bu kadar çok ağlamamalı ya da bu kadar çok dinlememeliydim.


"donakalmış bir melodi suskunluğunda doğru notaya susamak gibiydi kelimen olmak."


bu kadar çok işlemişken içime, kokun çıkmaz gözlerimin ferinden.

16 Kasım 2011 Çarşamba

elbet benim de bir suçum olmalı.


bir yerlerde atladığım ayrıntılar, hani o şeytanın gizlendiği mecralar, ya da bir şeylerim eksik olmalı. ya çok yaptım her şeyi, ya da hiç.


rutinleşmiş günlerimle birlikte önce sessizlik geldi. acısız olan ayrılıkları tadamadım hiç ama. bu sessizliğin bana hiçbir faydası olmadı kendimi dinlemek dışında. o kadar çok dinledim ki, sıkıldım. sonra sıkılmaktan dahi sıkıldığımı farkeder oldum. obsesifleşmek ise bir sonraki aşamamdı. sürekli aynı şarkıları dinleyip sürekli aynı yemekleri yemekten hiç bıkmadım. çünkü hiçbir zaman istemediğim şeyleri yapmadım. en azından buna hakkım vardı ve bu hakkı sonuna kadar kullandım. bazı şeyleri zorlamak yerine oluruna bırakmanın en güzeli olduğunu da bu dönemlerde anladım. hani o sessizliğin beni ele geçirdiği dönemler.


****


bir gün, sanki üzerinden yıllar geçmiş gibi-ki sanırım geçti- düştüğümden yerden kalktım ve doğruldum. üstüm başım toz içindeydi. yaralanmıştım, kan pıhtıları rahatsız etmiyordu beni, sadece geçmişi hatırlatıyordu. umursamazlıktan geldim her şeyi.


derin bir nefes.


ilk gülümseme çok önemliydi. her zaman önemliydi aslında benim için. ufak şeylerle mutlu olmayı öğrenmiş, işin aslı zorunda bırakılmış, biri olduğumdan beri ilk gülümseme yaşamın teminatıydı. yaşamın devam edeceğini biliyordum artık, çünkü yüzündeki gülümsemeyi tadabilmiştim. en azından.


yeni doğmuş bir bebek gibiydim. konuşmayı bilmeyen, ağlayıp sızlayan, şefkat isteyen, tüm bunların hepsini gören ama yine de üzerindeki kan pıhtılarına kafasını takan bir insan. geçmişi silmek ne kadar imkansızsa, tüm bunları kabullenmek de o kadar zordu. yerden hiçbir zaman kalkmayacağımı düşünürken ayaklanmam bile bir mucizeydi. klişe türk filmlerindeki türden bir mucize hem de. biraz absürt, biraz zorlama, biraz da hikayenin sonunu uydurmaktan. o his hep vardı. ama yine de beni zorlayan hiçbir şey yoktu. ne işkenceden korktum, ne de ölümden. bunu da, her ne kadar yürüyen bir ölü olsam da, istediğim için yapmıştım.


derin bir nefes.


her adımım bir acıydı. her koşmaya çalıştığımda bacaklarım dallara takıldı tökezledim. yavaş yavaş yürümeye çalıştım ben de. aslında mecburdum buna. üzerimdekiler o kadar çok ağırdı ki, ben her seferinde zorluyordum kendimi yine de.


düştüm.


bacaklarım kanadı. bu defa annem yoktu yanımda. oturup ağlayacak yaşı geçmiştim, sadece dizlerimden akan kana lanet etme imkanım vardı. küfrettim beni düşürene, kim olduğunu bilmesem de. ama azimliydim. kalktım tekrar, yine düşeceğimi bile bile.


karşı çıktığım en önemli nokta ise bunun bir mazoşistlik olduğu konusuydu. her seferinde düşmeyi göze alabilecek güç varken, neden kendimi sakınayım diye düşünürdüm hep. bundan acı almaktansa küçük çocukların yürümesi misali, düşe düşe öğreniyordum yaşamı ben de. bu da benim yaşamımdı. bu da aslında benim acımdı. tekrar düşeceğimi bile bile yürümeye çalıştım çünkü inancım vardı. gecenin biteceğine, gündüzün hayatıma hakim olacağına dair. inanç değil midir zaten insanı yöneten? inanç değil midir zaten insanı aşık eden?...


çok sonraları anladım beni düşürenin sen olduğunu. ve aslında benim de umudumun pamuk ipliğine bağlı olduğunu. çok sonraları anladım aslında senin de benim kadar yorgun ve isteksiz olduğunu.


derin bir nefes.


bir kör tadında yaşarken hayatı her şeyin, her gerçeğin gözüme sokulması kadar yıkıcı bir şey yok. ve sanırım tüm bu gerçekleri götürdüğü şeylerdi benim orda düşüp kalkamamam. ve hatta, sana olan sevgimin ve inancımın bile değerini alıp götüren gerçeklerdi bunlar. tekrar aynı şeylerin yaşanacağı bilinci, neredeyse bir yılımın daha karanlık içinde kalacağı bilinci daha da yıkıcıydı. yapılan tüm planların, kurulan tüm hayallerin gerçekleşmeyecek olması, gidilecek onca yer, birlikte yapılacak onca işin olması.. işte bu öldürücüydü.


son bir nefes.


bıraktım. dağınık kaldı.