19 Şubat 2015 Perşembe

Ne kadar çok adaletsizlik var değil mi? hiç düşündün mü? Ben çok düşündüm. O kadar çok düşündüm ki artık beyin hücrelerim isyan etti. Bazen kendi problemlerini çözmek için en iyi yol başkalarının problemlerini çözmeye yardım etmektir. Sen de, ben de, bir bakıma kendimizi düşünüyoruz her şeyden çok. Çünkü korkuyoruz. Sen korkmuyor musun? Peki. Ben itiraf ediyorum.
iliklerime dek korkuyorum. O kadar çok korkuyorum ki, bir başka tene değen tenim ürküyor artık. Bir zamanlar cıvıldarcasına yerinde duramayan lisanım bile elini ayağını çekti bu sefil bedenden. Sen hala inkar etmeye devam et. Göz çukurların derinleştiğinde, karşında bir çift göz değil de herhangi bir değeri olmayan iki koyu renk görmeye başladığında ve o güzelim saçlarına kıydığında, bil ki sen de korkuyorsun.

Üzülmekten korkuyorsun. Yıprandığından, yorulduğundan ötürü, korkuyorsun. Bir daha aynı tadı alamamaktan korkuyorsun. En sevdiği şekerlemenin tadı ağzından gitmesin diye bir şey yemeyen çocuğun ürkekliği. Her yeni denemende tekrardan dizlerinin kanayacağından korkuyorsun.
Yanlış mı yapıyorsun? Zannetmem. Şu ana kadar ne yaşadıklarını sorgulayabilirim, ne de senin yaşadıklarını tahayyül edebilirim. Zira ne ben sen olabilirim, ne de sen ben. Yine de, bu konu üzerinde söz sahibi hakkı olan birisi varsa, o benim. Ne geceleri rüyana giren o esmer gözlerin, ne de gündüz düşlerinin bekçisi kumral saçların.

Her denemende zihnindeki su birikintisi dalgalanıyor. Her denemende ya tükenirsem diye korkuyorsun. Kuruyup gideceğinden değil, taşıp kaybedeceğinden. Ne farkı var değil mi. halbuki çok farkı var. bir insanın yavaşça eriyip gitmesi midir daha acısızı, yoksa tek bir hamlede gelen uyku mu? Ikisi de değil. Aslolan bu değil. Aslolan yaşamın ta kendisi. Aslolan sesindeki kahkaha, gözlerindeki fer, tenindeki sıcaklık.

Peki nasıl? Gerçekten de nasıl? Yanlış soruları sormanın fayda getirmediğini hala göremedin mi? tıpkı babasının sorduğu küçük keyifli sorularda kopya çeken çocuklar gibi. Doğru sorunun bu olmadığını ikimiz de bilmiyor muyuz?

Sen. Ben. O kara gözlü dilber. O iyi yürekli adam. Asıl soru da bu değil mi?

Neden?

Sürekli dokunduğun tenine bir daha maruz kalmayacağını anladığında sormaya başlıyorsun. Dokunmaya kıyamadığın dudaklarına bir başkasının dudaklarının geleceğini öğrendiğinde. Ya da içine çekmekten bıkmayacağın kokusunun bir başkasının kokusuna karışacağını düşündükçe. Sana da olmuyor mu? Sürekli bir fısıltı. Her an kulağının dibinde. Sürekli soruyor.

Neden? Neden? Neden?

Oturduğunuz kafelere gitmek istemiyorsun. Bir kelime, bir bakış, belki bir tavır. Sonradan anlıyorsun ya kıymetini. Hani hep öyle derdi ya annen. Annen haklıymış. Sonra soruyorsun kendine tekrar. Neden ben olmayacağım? Neden böyle olduk? Neden lisanımı anlamadı? Sorduğun soruları, aldığın cevaplar. Hepsi aynı oluyor bir süre sonra. Inanmak istemediğin için soruyorsun. Onunla doldurduğun boşluğunu sorularla doldurmaya çalışıyorsun. Olmuyor. Eriyor. Peşine düşüyor. Kovalıyor. Yastığa koyduğun başında hissediyorsun. Iki dudağının arasından çıkan isminde. Saçlarını ellerinin arasına alıyorsun. Gözünün önüne delirmiş halin geliyor. Işte bu yüzden saçlarını kesiyorsun. Rüyalarına giriyor. Rüyalarından hiç çıkmıyor. Hep aynı rüyayı, hep aynı ağacın altını görüyorsun. Ve rüya hep aynı sonla bitiyor.

Neden? Neden? Neden?

Ne oluyor biliyor musun. Bazen çok ağır geliyor. Zihninin derinliklerine sakladığın bir parçan, aslında atlattığını söylüyor. Sanki eline batan kıymığı hemen çıkarmışsın gibi. Mutlu olduğunu hissediyorsun. Mutlu olduğunu hissetmek istiyorsun. Ama sen unutuyorsun iki gözüm. Parmakların hala acıyor.

Elinde artık bırakmış olduğun sigara var. önündeki duvara bakıyorsun. Sadece bakıyorsun ama. Hiçbir şey görmüyorsun. Çok özlüyorsun. Göğüs kafesinde bir ağrı giriyor. Çok sigara içiyorsun. Her seferinde gözlerinin önüne geliyor yapamadıkların. Hala tek bir soru. Değişmiyor ki hiç. O soru hala orada kalıyor. Sen aştığını düşünüyorsun. Ama öyle değil. Soru değişmiyor.

Sen değişiyorsun.

Neden? Neden? Neden?

Işte o zaman anlıyorsun. Değişmen gerektiğini. Değişmişsin gibi davranmanın ihtiyacını. Zira hayatta kendinden daha fazla değer verdiğin şeylerin olduğunu görüyorsun. Hatta artık kendinin de değersizleştiğini anlıyorsun.

Kabul ediyorsun.

Sen. Kadere hiçbir zaman o kadar değer vermeyen sen, bir anda kaderci oluyorsun. En sıkıcı yanı da ne biliyor musun? Beklemek. Düzeleceğini, yoluna gireceğini beklemek.


Zihninin durgun sularını yitirdiğinde bana gel. Sadece, bana.