14 Kasım 2012 Çarşamba

miş'ten/monolog-5


"aslında" diye başlayan cümlelerden hep nefret ettim. çok sonraları bu nefretim bir alışkanlık haline geldi. bir insan nasıl nefret ettiği bir şeyi sürekli yapar? yapıyor demek ki. terk etmekten de nefret ederdim. hatta öyle ki hep terkedilen olmuştum bu zamana kadar. ne de çabuk değişiyor alışkanlıklar. hiç farkında olmadan hem de. fakat düşününce yine de, farkında olmanın imkansızlığına inanmaya başlıyor insan. yine aynı şeyi yapıyorum. kendi kendimi avutuyorum. bu konuda üzerime yok. korkmamalı insan kendisinden. ve yalnızlığından. çünkü tek çare alışmak. yine de aklımın köhne kenarlarından birine not almalıyım. 

"aslında" kelimesiyle başlayan cümleleri kuran insanlardan kaç!

****

yılın bilmem kaçıncı gününün bilmem kaçıncı saatine, yine karanlığın eteğini yeryüzünden çekip yerini temiz bulutlara bırakışını izliyorum. ne kadar da çok bulut var. sigaram sönüyor. bir tane daha yakayım diyorum. artık her sigaram son sigarammış gibi değerli. sevdiğim insanlara ver(e)mediğim değer elimde yanan bu değersiz şeye yüklüyorum. bir çok anlam ifade etse de benim için, aslında boktan bir kağıda sarılmış tütünden başka bir şey değil. aslında bu da hayatımızın kısaca özeti. boktan insanlara mükemmeliyetçi değerler yükleyerek hayatımızda baş tacı yapıyoruz. bu kadar rahat genelleme yapabilmek de bir mesele tabii ki. ve aşırı derecede korkunç.

****

soğuğa alıştım. kulaklarımda çınlanan şarkı beni yıllar öncesine götürüyor. hayatımdaki dönemleri şarkılarla eşleştirme gibi bir huyum var. sende var mı? yok mu? üzüldüm. bu konuda da beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim.

şarkıları kişilerle anlamlandırmak sanılanın aksine çok daha basit ve içi boşaltılmış kavramlar gibi. bak mesela onu da sevmezdim. tüm huylarımı değiştirdim yahu! alacağın olsun..

****

oysa benim senden alacağım çok. kaybolan birkaç yıl, sessiz, tek kelime edilmeden geçirilmiş onlarca gün ve bi dolu sigara. hadi sigara için canın sağolsun da, kaybolan ve hiç bir zaman bulamayacağımdan artık emin olduğum o heyecan? aynı cümleyi tekrar tekrar okumak gibi işte. anlamıyorum. anlamadığım bu kadar çok şeyin arasında sadece tek bir sorun benim için önemli. geri kalan her şeyin cevabının sen olduğunu biliyorum. ne kadar da çocuksu ve zayıf.

****

an oluyor, sürekli kullandığım kelimeleri ünleyemiyorum. adın mesela. kaçtıkça kaçmak bir çözüm. tam tersini dememi bekliyordun değil mi? hayır. artık adını ağzıma almıyorum.

korkuyorum.

tekrar beni saracak o tül perdelerinden korkuyorum. hayatı tekrar flu yaşamanın bir manası yok. hem pek de matah bir şey değildi canım. hep sen hep sen. fiziksel varlığının bile bulunmadığı yaşam döngümü sadece seninle doldurmak en başından beri mantıksızdı. ama bilirsin, çok severim böyle saçmalamayı. en zayıf ihtimali seçmeyi, en zayıf duyguların elinden tutmayı pek severim. 

annemi dinlemeliydim.

****

şimdi, düşlediğim yaşamın çok uzaklarında, pişmanlıklarımla ve hiç gitmeyecek yalnızlığımla beraberim. pek konuşkan değiller, sana kıyasla ölüden farksızlar. o kadar da olsun canım. tüm bunlar, bu garip ruh halleri, halsizlikler ve tüm somurtmaların bir bedeli/nedeni olmalı elbette. ödenmesi gereken diyet ödenmedi hala. vakit var. fakat bir süre sonra anladım ki kızgınlık da insanın kendisini yıpratmaktan başka bir işe yaramıyor. ağlamak da. ne zamandır da ağlamıyorum bekle bir peçete alıp geleyim.

****

çok güvendiğin, yaşamını, her şeyini teslim edebileceğini düşündüğün birileri oldu mu hiç hayatında? olmasın. hiç bir zaman hem de. çünkü sen-ben dahil herkes değişime açık ve bir sonraki gün tüm göz pınarlarını çalacak cüreti onların gözünde görebilirsin. insanın gözyaşı her şeyden daha değerlidir hani. hah işte. anlayabiliyor musun nasıl bir haysiyetsizlik örneğiyle karşılaşacağını?

anlamıyorsun, biliyorum. söylediğim her şeyin bir yalan olduğunu, bu kadar dağınık konuştuğum için benim aslında delirdiğimi düşünüyorsun. hadi yapma. gözlerinden okunuyor bu "küçük" detaylar. suskunluğun, bana diktiğin gözlerinin ifadesizliği bu yüzden. önemli değil. insanların işin iç yüzünü bilmeden beni yargılamasına pek alıştım. çünkü sormak, gerçeği öğrenmek ne kadar kolaysa hemen orada yargılayıp bu değersiz zihni idama sürüklemek o kadar kolay. sen de onlardansın. hani şu kolaycılardan. biraz da hani oportunist dediklerinden. önemli değil canım, şunun şurasında hepimiz bir yudum nefese muhtaç insanlarız, aramızda lafı mı olur?

****

bilmiyorum. deliriyorum belki de. git gide sessizleşip sevdiklerimi aramamaya başlıyorum. zayıflığımın kurbanıyım. bu sonradan edindiğim bir şey değil. mizacım böyle, ne yapayım!

azarlamak istiyorsun şimdi beni. ağzına gelen dolu dolu küfürleri biraz daha tut. çünkü az sonra gitmek niyetindeyim. tüm alışkanlıklarımı yıkıp, terk etmenin o mayhoş tadını damaklarımda hissetmek istiyorum. hiçbir zaman yapılması gerekeni yapan bir adam olmadım. canım ne isterse onu yaptım. ama tabii ki bunları sana anlatmak manasız. peki ya diğerleri? bilmeliler. neden bu kadar.. neden bu kadar sessiz kaldığımı bilmeliler. sana-bana-hayatıma-insanlara. çektiğim vicdan azabının boyutlarını anlatamayabilirim belki. ama onlarda benim bile varlığını unuttuğum cümlelerimi bahşedebilirim. bu zor olmaz. bunu istiyorum da aslında. fakat tüm bu cümlelerin yanında, nefesimin yetmeyeceğinden emin olduğum için, hiçbir zaman anlatmadım. sadece sorgulayanlara, parça parça. çünkü hiçbir zaman tek seferde öğütülecek kadar büyük bir boşluk değildi içimdeki, git gide artan.

****

lütfen tanrım! ışıkları kapatır mısın!