19 Mayıs 2016 Perşembe

Pek hoş bir deneyim değil aslında hiçbir şeyin değişmediğini gözlemlemek. Değişim doğasına mı aykırı etrafımdakilerin, yoksa ben mi bu konuda beceriksizim henüz bunu çözemedim. Fakat şu kesin ki uzun zamandır sonu gelmeyen bir döngünün içerisindeyim. Ve işin dramatik tarafı, artık uzanan yardım ellerini geri çevirmiyorum. Sanırım büyüdüm. Belki, biraz. Kendime itiraf edecek gücü bulamasam da, artık başkalarının yardım eli uzatmasını beklemek yerine ben yardım dileniyorum.

Ne var ki hiçbir şey değişmiyor. Evet, çoğu zaman aktörler evriliyor. Yapraklar dökülüyor, ağaçlar kışın üşüyor, aşina olmaya başladığım yüzler soluyor ve ben farklı bir odada,farklı bir zaman diliminde, yine, perdenin altından sızan ışıklar ile selamlaşıyorum. Çoğu zaman üzülüyorum, ama genellikle umursamıyorum. Anlamsız bir şekilde vurdumduymaz bir insan oldum çıktım. Maddi dünyada çok uzak olmayan günlerde, daha dikkatli ve düşünceli biriydim. Bana sorsan üzerinden on yıllar geçmiş gibi sanki. Nazım diyor ya; “ben içeri düştüğümden beri on kere döndü dünya güneşin etrafında, ona sorarsanız lafı bile edilmez mikroskobik bir zaman, bana sorarsanız on senesi ömrümün” diye. Bazı şeyleri tecrübe etmedikçe anlayamıyor insan. Bu da öyle bir şey sanki.

Sanki, omzuma bindirilen her yük beni her adımda daha da aşağıya çekiyormuş gibi. Hissettirmeden, yavaş yavaş benliğimi yeyip bitiriyormuş gibi. Abartıları sevmediğimi iddia edemem. Zira ben abartıların adamıyım. Normal bir yaşam sürmeye çalışan, fakat her deneyişinde yoluna taş koyulan. Ne kadar aptalca geliyor değil mi. Biliyorum, kendimi anlatmakta zorluk çekiyorum. Dilsiz geçirdiğim günlerin hatırına say.

Bir arkadaşım bana bu cümleleri sarf etseydi kendine acımayı bırak derdim. Muhtemelen haklı da olurdum. Fakat düşününce, birilerinin kendine acıması gerekmiyor mu sence de? Birileri, tüm bu yaşanan üzüntülerin hakkını vermek zorunda değil mi? Her şeyi her fırsatta dile getiren annem haklı değil mi? Sırf çocuğunun alfabeyi öğrendiğini görmek için yaşama kıyısından tutunan o kadın haklı değil miydi ya da? Düşününce, sence ben de haklı değil miyim? Yaşantısı boyunca istediği her şey için mücadele eden ve sürekli görünürde “rahat” bir hayat sürdürüyormuş görüntüsü çizen o adam, haklı değil mi?

Dahası, sen kimsin ki haksız olduğum kanısına varabiliyorsun? Durduramıyorum artık anlamıyor musun? Yaşantım boyunca oluşturmak istediğim her şeyin kıyısındayım. Her şeyi bırakıp gitmeye bu kadar yakınım. Etrafındaki insanların ne önemi var, her seferinde aynı sonuca varıyorsan? Bence, sen ne demek istediğimi anlıyorsun. Evet, belki de bunlar sefil bir yaşantının sonucu oluşmuş sefil düşünceler. Ama, benim. Etrafımdaki değersiz insanların yaklaşamayacağı kadar gerçekler hem de. Hiçbirinin takdir edemeyeceği kadar gerçek ve rahatsız edici. Senin aksine ben elimdekiler ile yetinmeyi öğrendim. Düşe kalka belki, belki öğrenmek için gereğinden fazla şeyi feda ederek. Yine de öğrendim. Dönüp duran sonsuz renklerin hatırına.

Yaşanan onca şeyden sonra, sanırım biraz serzenişte bulunmak benim hakkım. Eğer şu an bir filmde olsaydık, kapıdan karizmatik görünüşlü birisi girip bana “ne kadar çok düştüğünün önemi yok, önemli olan her seferinde tekrardan kalkmaktır” derdi. Ne yazık ki bu bir fars oyunu, hem de en çirkininden. Ve ben, kendimi bir kez daha koşabilecek kadar güçlü hissetmiyorum. İnanç birçok konuda etkili olabilir, hatta seni hayata bağlayan yegane şey bile olabilir. Fakat hiçbir şey, bir insanın kendisini tam anlamıyla tanımasından daha acı verici olamaz.

Artık sır yok. Artık gizlilik yok.
Yüreğime en yakın tuttuklarım dışında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder