Pek hoş bir deneyim değil aslında hiçbir şeyin değişmediğini
gözlemlemek. Değişim doğasına mı aykırı etrafımdakilerin, yoksa ben mi bu
konuda beceriksizim henüz bunu çözemedim. Fakat şu kesin ki uzun zamandır sonu
gelmeyen bir döngünün içerisindeyim. Ve işin dramatik tarafı, artık uzanan
yardım ellerini geri çevirmiyorum. Sanırım büyüdüm. Belki, biraz. Kendime
itiraf edecek gücü bulamasam da, artık başkalarının yardım eli uzatmasını
beklemek yerine ben yardım dileniyorum.
Ne var ki hiçbir şey değişmiyor. Evet, çoğu zaman aktörler
evriliyor. Yapraklar dökülüyor, ağaçlar kışın üşüyor, aşina olmaya başladığım
yüzler soluyor ve ben farklı bir odada,farklı bir zaman diliminde, yine,
perdenin altından sızan ışıklar ile selamlaşıyorum. Çoğu zaman üzülüyorum, ama
genellikle umursamıyorum. Anlamsız bir şekilde vurdumduymaz bir insan oldum
çıktım. Maddi dünyada çok uzak olmayan günlerde, daha dikkatli ve düşünceli
biriydim. Bana sorsan üzerinden on yıllar geçmiş gibi sanki. Nazım diyor ya; “ben
içeri düştüğümden beri on kere döndü dünya güneşin etrafında, ona sorarsanız
lafı bile edilmez mikroskobik bir zaman, bana sorarsanız on senesi ömrümün”
diye. Bazı şeyleri tecrübe etmedikçe anlayamıyor insan. Bu da öyle bir şey
sanki.
Sanki, omzuma bindirilen her yük beni her adımda daha da
aşağıya çekiyormuş gibi. Hissettirmeden, yavaş yavaş benliğimi yeyip
bitiriyormuş gibi. Abartıları sevmediğimi iddia edemem. Zira ben abartıların
adamıyım. Normal bir yaşam sürmeye çalışan, fakat her deneyişinde yoluna taş
koyulan. Ne kadar aptalca geliyor değil mi. Biliyorum, kendimi anlatmakta
zorluk çekiyorum. Dilsiz geçirdiğim günlerin hatırına say.
Bir arkadaşım bana bu cümleleri sarf etseydi kendine acımayı
bırak derdim. Muhtemelen haklı da olurdum. Fakat düşününce, birilerinin kendine
acıması gerekmiyor mu sence de? Birileri, tüm bu yaşanan üzüntülerin hakkını
vermek zorunda değil mi? Her şeyi her fırsatta dile getiren annem haklı değil
mi? Sırf çocuğunun alfabeyi öğrendiğini görmek için yaşama kıyısından tutunan o
kadın haklı değil miydi ya da? Düşününce, sence ben de haklı değil miyim? Yaşantısı
boyunca istediği her şey için mücadele eden ve sürekli görünürde “rahat” bir
hayat sürdürüyormuş görüntüsü çizen o adam, haklı değil mi?
Dahası, sen kimsin ki haksız olduğum kanısına
varabiliyorsun? Durduramıyorum artık anlamıyor musun? Yaşantım boyunca
oluşturmak istediğim her şeyin kıyısındayım. Her şeyi bırakıp gitmeye bu kadar
yakınım. Etrafındaki insanların ne önemi var, her seferinde aynı sonuca
varıyorsan? Bence, sen ne demek istediğimi anlıyorsun. Evet, belki de bunlar
sefil bir yaşantının sonucu oluşmuş sefil düşünceler. Ama, benim. Etrafımdaki
değersiz insanların yaklaşamayacağı kadar gerçekler hem de. Hiçbirinin takdir
edemeyeceği kadar gerçek ve rahatsız edici. Senin aksine ben elimdekiler ile
yetinmeyi öğrendim. Düşe kalka belki, belki öğrenmek için gereğinden fazla şeyi
feda ederek. Yine de öğrendim. Dönüp duran sonsuz renklerin hatırına.
Yaşanan onca şeyden sonra, sanırım biraz serzenişte bulunmak
benim hakkım. Eğer şu an bir filmde olsaydık, kapıdan karizmatik görünüşlü
birisi girip bana “ne kadar çok düştüğünün önemi yok, önemli olan her seferinde
tekrardan kalkmaktır” derdi. Ne yazık ki bu bir fars oyunu, hem de en
çirkininden. Ve ben, kendimi bir kez daha koşabilecek kadar güçlü
hissetmiyorum. İnanç birçok konuda etkili olabilir, hatta seni hayata bağlayan
yegane şey bile olabilir. Fakat hiçbir şey, bir insanın kendisini tam anlamıyla
tanımasından daha acı verici olamaz.
Artık sır yok. Artık gizlilik yok.
Yüreğime en yakın tuttuklarım dışında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder