16 Ekim 2012 Salı

geceden giden/2


02:17

üşüyorum.
daha önceden de aşırı soğuklara maruz kalmış bedenim, şimdi tir tir titriyor. üzerimdeki battaniyelere sarılıyorum gayri ihtiyari bir biçimde. en azından onun öyle olduğunu sanması için hasta bir insanın ağır hareketleriyle yapıyorum bu işi.

ayak seslerini duyuyorum. kalp atışlarım hızlanıyor.
önce nefesini hissediyorum alnımda. sonra da dudaklarını..
ulan diyorum kendi kendime; yüzün olsaydı da kalkıp cevap verebilseydin o güzel gözlere..

03:42

saatlerdir bu kanepede, bu kasvetli odada uzanıyorum. sanıyorum içimizdeki kasvetle birlikte daha da dayanılmaz bir hal alıyor karanlık. o da çareyi ışığı açmakta buluyor.

yorgunluğumu belli etmemeye çalışıyorum. ellerim göğsümde, kenetlenmiş bir biçimde. ellerini arıyor saatlerdir. aradaki mesafeyi düşünüyorum. kalbinde açık bıraktığım her bir pencereyi, havaya hasret bırakılan o ciğerlerini.. 

acaba kalkıp sigara mı içsem? yok yok. sigara dumanıyla dağıtamayacağım kadar çok hüzün var bu odada. biliyorum.

04:21

sabaha daha çok var. biliyorum, çıldırmak üzere olan kelimelerini tutmakta güçlük çekiyor hala. halbuki o hiç sevmez gecenin bu renklerini. tıpkı insanlardan nefret ettiği gibi.. bilmez o hep ünlediği "insanlardan kaçmak" eylemini en güzel bu saatlerde gerçekleştirebileceğini. yıllardır geceyle bu saatlerde buluşmam hep bundandır. herkes uyur. hırsızı, polisi, yaşlısı, genci.. insan ancak bu saatte gerçekten yalnız kalabilir ve pencereden görebildiği yıldızları ancak o saatte net bir şekilde sayabilir. susuz bırakılan çiçeklerin suyla kavuşması misali, can da ancak bu saatte arz-ı endam edip gerçek bedeniyle kolayca iletişime geçebilir.

alnıma bir öpücük daha konduruyor. sanki elimi kaldırsam duyduğu sevgiyi parmak uçlarımda hissedebilecekmişim gibi. başını göğsüme koyuyor. tanrım, bu kadar sakin durabilen ben miyim? saçının her bir teli için ayrı ayrı ölebileceğim insan, bu kadar yakınımdayken ve bu kadar "iç" iken, ben nasıl sakin duruyorum?

cevaplarını bilmediğim sorular silsilesine bir yenisini daha ekliyorum. farkında olmadan inliyorum. o uyurken hep uyanmasına sebep olduğum şekilde. 

sanki...

sanki bir şeyler söylemeye çalışıyor, duymuyorum... ya da ben mi uyduruyorum böyle şeyleri?

önemi yok.


-onu özlüyorum anne.
onu çok özlüyorum. 
denizlere kavuşamayan nehirlerim gibi
gözlerine olan susuzluğumdan hep.
sana bağırdığım için özür dilerim.
ama ne yapayım
onsuz iken cümlelerim bile şaşıyor
her bir notaya yanlış basıyorum
kulak tırmalayıcı hareketlerim bundan.
affet beni.
çok özlüyorum.
ve biliyorum ki bir an karşımda görsem onu, tüm bu hasret bitip gidecek, ama yine hiçbir kelime ünlenemeyecek. kumral saçlarının ahengine bırakacağım yine, tıpkı boğulmanın kaderi olduğunu bilen ve akıntılara karşı çıkmamayı tercih eden bir zavallı gibi.
affet beni.
kendi döngümdeyim yine. 
affet..-

05:51

maviliğin tonunun değiştiği gibi nefes alışlarım da değişiyor, tıpkı onun gibi. soluduğumuz hava pişmanlık, her bir zerremiz hasret.

-onu o kadar çok özlüyorum ki anne.
hani diyor ya o meşhur şair;
"aslında aşk da iki yalnızın ortak bir yalnızlığı paylaşmasıdır" diye.
o olunca dört bir yanım renk değiştiriyor. 
yeşillerim maviye,
siyahlarım ise tatlı bir kumrallığa çalıyor.
çok mu zor anne?
özlemenin de bir sonu vardı derdin?
o son ne zaman gelecek anne?-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder