9 Aralık 2011 Cuma

akşamların hep bana kalmasına rağmen hiç akşamdan kalma olamadığım günlere uyanıyorum yine. halbuki ben de isterdim içtiğim kadehlerce şarapla kanımın rol değişikliği yapmasını; kanım karışsaydı artık mesela.. 
-ki eski amerikalıların renk tekliğine önem verip tüm siyahları silmeye çalıştığı bi dünyada iki kırmızının yer değiştirmesi sorun olmazdı ne de olsa-


**


insan, sarhoşluk halinin mutluluk vermediğine inandığı her an için bikere daha şerefe der-uğruna kadeh kaldırdığı şeyin giderek azaldığını bile bile-
çünkü insan, acının kendisini tüm benliğiyle reddedip öteleyen bi varlık olarak, kendine acı çektirmeyi oldukça sever.
çünkü insan; nankörlükle, ikiyüzlülükle sıfatlandırdığı tüm hayvanları dört nala koşarak arkasında bırakabilecek kadardır.
bencilliğini ve vahşiliğini iki ayak üzerine yerleştirir. sevmediği tüm duyguların içini boşaltıp onlara yedirerek besleyip yetiştirir hepsini.
herşeyi yutmasına rağmen hiçbirini içermeyen birer felaket büyütür içten içe, her seferinde daha da yakmak için canını.
çünkü insan, küt bi ayyaşlıktan ziyade acının verdiği sarhoşluğu daha çok sever. berduş olmayı göze alarak.
ve aslında bahsi geçen herşeyi kendi de, adının kulağına fısıldandığını nasıl biliyorsa öyle, bilir.
ve aslında tüm bu yersiz edebiyatın arkasından, ardından ağlar gibi bi ölünün, hepsini unutmak için-öyle olacağını zannedip- fazladan bir şeref daha yuvarlar kuyusundan içeri.


onlar gibi olmayı isterdim.


**


bi şarkı yazmalıyım belki ben de artık,
bi şiir yazmalıyım.
'gölgesi bir şehrin üzerinde duran iki gözden ibaretken hayatım, nefes almak zorlaşıyor' olabilir sözleri.
ya da hiçbiri..
çünkü içinde sevgi barındıran her cümle, anlam olarak kişiye göre farklılık gösterir.
neticede kalp dediğimiz çok sesli bir dil.
henüz sevilenin ruhuna değememişken, başka ruhları tatmin etmenin sorumluluğunu kaldırabilmek; yeterince dolu olan hayatta taşmaya sebep olabilir.


biraz yağmur yağdırmalıyım belki de.
biraz rüzgar esmeli.
bir yangını körüklemekten ziyade, söndürmeli.
olması imkansız şeyleri isteme müdürü olarak işimi hakkıyla yaparken, tam da böyle anlarda, tanrının beni izleyip güldüğünü düşünürüm.
kızıp da -ne bileyim belki biraz linyit gibi- içten içe bi kendimi yakarım. 
aramızdaki ipleri yakarım/tanrı gücenir
bi şehri yakarım/tanrı ağlar
tam da böyle anlarda yağmur başlar.
tam da böyle anlarda, damarlarından muhaliflik akan bi adamın çaldığım her anının elinden tutup fırlarım sokağa/tanrı susar
sonra ben, gökyüzünün en yoğun halini alırım..


**


tek bi yağmur damlasının kilometrelerce yol alıp yeryüzündeki alelade bi su birikintisine çarptığını hayal edin.
ne kadar derine saplanabilir?
ne kadar karışabilir diğerlerinin arasına?


arafta kalan her damla için bi kadeh daha..


şerefe!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder