2 Eylül 2011 Cuma

umursamazlıklarıma bir neden bulmak için çok çabaladım. en sonunda da vazgeçtim. insan kendini olduğu gibi kabul etmeli dedim çoğu zaman. o kendiyle barışık kuul insan triplerini ise hiç sevmedim. aslında ben, başkalarının kalıplarına erimiş metal gibi dökülmeyi hiçbir zaman sevmedim. buna rağmen, kendim de "ben"i bir kalıba oturtamadım, sürekli değişken oldum. şimdi çok uzak zaman önceymiş gibi gelen bir tarihte, bir "arkadaş"ın dediği gibi eğer bir yemek olsaydım, türlü olurdum. en azından "ol"abilme başarısını gösterebiliyorum.


ne kinyas olabildim, ne kayra. ne kinyas kadar uykusuz, alkolik ve cehennemi seven, ne de kayra kadar hayalci ve kadınını döven biri.kinyas'ın anlattığı bir hikaye vardı, sürekli kürk giyen bir arjantinli hakkında. bardaki ispanyol bir trompetçiye aşık olan adam, heteroseksüel olan ispanyol'u bir şekilde kandırıp birlikte yaşamaya başlamışlardı. evet, onun için ispanyol'la birlikte uyumak, cennetteki şaraplar kadar tatlı ve cennetin kendisi kadar huzur vericiydi. bir gün, arjantinli, trompetçiyi yaktı adam uyurken. kimse niye yaptığını bilmedi. sorular soruldu, teoriler ortaya atıldı, ellerinde kelepçeyle hapishanelerde çürüdü, ama "niye?" sorusu hep cevapsız kaldı. bir tek kinyas biliyordu cevabını. çünkü adam ayıkken rüya görüyordu. uykusunda yaktığını zannediyordu. oysa o hiç uyumuyordu! yaşadığı her şey bir rüya. her gülümseme, her tensel dokunuş zihninin bir yansımasıydı onun için.. nasıl ki kinyas'a "her şey bir rüya aslında, değil mi?" denildiğinde, o deli gibi korktuysa, ben de işte öyle korkuyorum. bir gün birinin çıkıp tüm yaşadıkların karakterini güçlendirmek için yaptığımız bir oyundu denilecek diye korkuyorum. tıpkı o filmdeki gibi..


sahi, kazanan yalnızdı hani?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder